Haysiyetsiz… Bir kelime, bir sıfat. Toplumun çıkarlarıyla, kişisel değerlerle ve insanlıkla olan derin bağlarını sorgulayan, insanların karakterini ve toplumsal yapıyı çürütmekle suçladığı bir etiket. Haysiyetsiz olmak, yalnızca kişisel bir özellik değil, toplumsal bir eleştirinin ta kendisi. Ancak bu kadar güçlü bir kavramı biz, hep aynı şekilde mi anlamalıyız? Gerçekten “haysiyetsiz” diye bir şey var mı, yoksa bu kelime bir kadrajdan başka bir şey mi?
Bu yazıda, haysiyetsizlik kavramını her açıdan irdeleyecek ve çoğu zaman gündelik konuşmalarımıza yerleşmiş bu sıfatın ne denli derin, karmaşık ve tartışmalı olduğunu sorgulayacağız. Haysiyetsiz diye bir şey var mı? Yoksa sadece “toplumun sesini” bastırmaya çalışan bir kavram mı?
Klasik anlamıyla “haysiyetsiz” kelimesi, ahlaki değerlerden, insana saygıdan yoksun, kişiliği zayıf veya yozlaşmış birini tanımlar. İnsanların kendilerine ve başkalarına duyduğu saygının kırıldığı noktada ortaya çıkar bu etiket. Ancak bu tanım, sadece dar bir açıdan bakıldığında geçerlidir. Gerçekten sadece kötü niyetli, çıkarcı ve bencil bir kişi haysiyetsiz midir? Bir insanın tüm hayatını ya da eylemlerini tek bir sıfatla tanımlamak, gerçeğin ne kadar uzağında olabileceğimizi gösteriyor.
Haysiyetsizlik, kişisel tercihleri ve toplumsal normlara karşı bir isyan olabilir mi? Ya da bu kavram, sadece güçlünün halkı susturmak için kullandığı bir araç mıdır?
Birçok kişi haysiyetsizlik kavramını kadınlar ve erkekler için farklı şekillerde değerlendirir. Erkekler genellikle “stratejik” düşünür ve bir durumu analiz ederek çıkarlarını gözetirler. Kadınlar ise daha çok empatik bir bakış açısına sahip olup, insana odaklanırlar. Kadınlar için haysiyetsizlik, genellikle duygusal bağlamda, başkalarına verdiği zararla şekillenir. Ancak erkeklerin bu kavramı daha çok soğukkanlılık, çıkar ilişkileri ve “savaşçı” bir zihinle değerlendirdiği görülür.
Bir erkek, bazen stratejik bir karar alırken haysiyetsiz olarak etiketlenebilir. Bir kadının ise, aynı stratejik hamleyi yaptığı zaman, toplum tarafından “soğukkanlı” ya da “duygusuz” olarak adlandırılması daha olasıdır. Bu, haysiyetsizliğin toplumsal cinsiyet rollerine göre değişebileceğini ve çok katmanlı bir kavram olduğunu gösterir. Peki ya haysiyetsizliği yalnızca erkeklere mi ait bir özellik olarak görmek, toplumsal baskıları ve toplumsal cinsiyet normlarını pekiştiren bir yaklaşım değil midir?
Bir kişi, haysiyetsiz olarak adlandırıldığında, toplumsal bir eleştirinin de hedefi olmuştur. Bu kavram, bireysel bir suçlama değil, toplumsal bir olguyu sorgulamanın ve toplumun değerlerini eleştirmenin bir aracı olabilir. Haysiyetsizlik, yalnızca kişilerin davranışlarını değil, aynı zamanda sistemin ve toplumun çürük yönlerini de yansıtır. Örneğin, bu kavramı toplumsal eşitsizlikler, yoksulluk ya da insan hakları ihlalleri üzerinden sorguladığımızda, “haysiyetsiz” olanın kim olduğunu tartışmak bir hayli güçleşir.
Birçok kişi, hükümetlerin, büyük şirketlerin ya da elit sınıfların toplumun geri kalanına karşı haysiyetsizce davrandığını savunur. Ancak toplumsal normların, ahlaki değerlerin ve bireysel çıkarların birbirine karıştığı bu dünyada “haysiyetsiz” olan kim? Gerçekten yalnızca kişisel eylemler üzerinden bu etiket atılabilir mi, yoksa bu, sınıf, zenginlik, iktidar ve cinsiyetin birleşiminden doğan bir etiket mi?
Toplumun haysiyetsizlikle suçladığı bir başka unsur da medyadır. Medyanın haysiyetsizliği sürekli olarak pompalaması, bireylerin toplumda belirli bir şekilde konumlandırılmasına yol açar. Fakat, medya da bir çıkar odağıdır. Bir kişinin haysiyetsiz olduğuna dair bir hikaye satıldığı takdirde, o kişi düşmanlaştırılır, algılar çarpıtılır. Medyanın bu oyununda, izleyici sadece pasif bir tüketici değil, aynı zamanda bir aktördür. Toplumun, bir kişiyi ya da grubu haysiyetsiz ilan etmesi, çoğu zaman medyanın bu rolüyle örtüşür. Peki, bu kadar fazla “haysiyetsiz” etiketinin dolanması, gerçek haysiyetsizliği nasıl etkiler?
Haysiyetsizlik, belki de en çok bu noktada sorgulanması gereken bir kavramdır. Gerçekten, kişinin kişiliği ya da etik değerleri üzerinden mi bu kavramı kullanmalıyız, yoksa bireysel çıkarlara göre şekillenen bir dilin parçası mı olmalı?
Haysiyetsizliği belirlemek, dışarıdan bakıldığında kolay bir şey gibi görünse de, aslında ne kadar karmaşık bir kavram olduğu ortada. Bu kavramı yalnızca kişisel bir suçlama olarak görmek, oldukça dar bir bakış açısı yaratır. Asıl haysiyetsizlik, belki de toplumun kendisinde, iktidarın işlediği suçu görmemek ve buna göz yummaktır. Öyleyse, gerçekten haysiyetsiz olan kim? Toplumun dışladığı mı, yoksa onu şekillendiren güçler mi?
Bir kişinin haysiyetsizliğini tartışırken, bazen o kişi yalnızca kendine bir çıkış yolu arıyordur. Yani, haysiyetsizlik belki de sadece bir etiket değil, bir tepkidir. Peki, haysiyetsiz olduğuna karar verdiğiniz biri için gerçekten bir değişim mümkün mü, yoksa toplum onu etiketsiz bırakmayı tercih edip her zaman “haysiyetsiz” olarak mı hatırlayacak?
Sizce haysiyetsizlik sadece kişisel bir eylem mi, yoksa toplumsal bir yapının eseri midir?